Kitabın Adı: Kinyas ve Kayra
Yazarı: Hakan Günday
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 531
“"Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum.
Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum.
Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile
vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omuzuma
kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve
altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol
dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş.
Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın
izi. Ve sırtımı kaplayan, Tanrı'nın yüzü. Bilmiyorum... Hızlı yaşadım. Ama genç
ölmekten çok, hızlı yaşlandım! Ama hayattayım.
Kayra, bir gün bana 'Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun'
demişti."”
***
Devamı ise şöyle geliyor Kayra’nın
sözlerinin ki kulağıma küpe, başucuma çerçeve yapıp asmışımdır bu sözlerini:
‘Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun.’ der Kayra ve ekler: ‘En büyük acının
kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. Dünyadan haberi olmayan bütün geri zekalılar
gibi. Ölmesine çeyrek kalmış, herkesi yaşadığına pişman etmeye çalışan,
sağlıklı oldukları için suçluluk duymalarını isteyen hastalıklı, yaşlı bir
kadın gibisin.’
Aras
Bulut İynemli’nin “Tamam Mıyız?” isimli filmiyle tanıştım bu kitapla ilk.
Filmden ne kadar etkilendiysem sırf içinde bu kitap geçiyor diye hemen gidip
alıp okudum kitabı. Kitap beni daha çok etkiledi. 2 sene geçmesine rağmen
okumamın üzerinden, hala açıp okurum altını çizdiğim yerleri. Farkındalığa bir
pencere olduğunu düşünüyorum bu kitabın. Ve ayrıca bir Türk yazardan çıktığı
içinde ayrıca bir gurur duyuyorum okur olarak.
Yer
altı edebiyatının önemli temsilcilerinden bu kitap. İçerisinde ağır melankoli,
tükenmişlik, çaresizlik, amaçsızlık, hayatta olmaya ağır bir tepki var. Yaşama
ve hayatta olma fikrini beğenmeyen, hayattaki bir çok şeyin sahteliğinden ve
olmasa da olurlara verdiğimiz sahte değerden yakınan iki başrolle ve bu iki
başrolün diliyle anlatılıyor bu kitap.
En
başta felsefesi çok hoşuma gitti. Gerçek hayatta fiziki olarak karşımızda
görsek bu iki adamı çoluğu çocuğu toplar bucak bucak kaçarız aslında bu
tiplerden. Annelerimizin görüşme o çocukla dediği çocuklar bunlar. Ama o kadar
doğru yerlere parmak basıyorlar ki “Evet ya çok haklı aslında!” deyiveriyorsunuz
okurken. Sanki hayatın anlamsızlığından bahsediyorlarmış gibi gelebilir ilk
başta. Oysa hayır! Onlar anlamın anlamsızlığından bahsediyorlar. Gerçeğin ya da
inandığımız gerçeğin ve inandırılan doğrunun nasıl pis bir ilizyon olduğundan
bahsediyorlar.
Bu
sahtelikte onları her şeyden koparmış zamanla. Aileden, arkadaştan, aşktan, inançtan,
sevgiden, istekten, insan olmaktan… Ölmeye yatmaya karar vermişler bir gün. Ama
yanlış anlamayın intihar falan etmiyorlar. Onlar hayatta değiştirilemeyen,
üstünde ilizyon yapılamayan tek gerçekliği, ölümü, iliklerine kadar yaşama
derdindeler..
Onları
bir şey vazgeçirir mi ki bu yoldan? Saatte 200 km hızla kocaman bir duvara
doğru bile isteye, güle oynaya (!) giden bu iki kafadarı döndürecek bir fren
var mıdır? Ya da ölüm onlar için gerçekten tek çare midir? Okuyup görmekten
başka çare yok gibi.
***
Yine de
bu tuhaf dünyanın kapılarından içeri girerken yani Kinyas ve Kayra’nın yer
altına inerken 18inizden büyük olmaya dikkat edin. Bu kitabı kitaplığınızın
kolay ulaşılabilir bir köşesine koyun ve gerçeklerle yüzleşmeye hazır olun.
Biraz ters bir dille belki ama sert bir tokat gibi yüzünüze vuruyor çünkü
gerçekler. Keyifli okumalar...