15 Şubat 2015 Pazar

Özgecan Aslan

Merhaba diye başlamayacağım bugün sözlerime. Çünkü aslında şimdi hiç selamlaşacak havada değiliz ülke olarak. Üçüncü yazım ne olacak acaba diye düşünürken bunun gencecik bir kızın nasıl canını yaktıkları ve o canı nasıl aldıkları üzerine olacağını tahmin etmemiştim.
Özgecan Aslan… Kim bilir ne stresler yaşayarak girdi üniversite sınavına. Hayatının son geceleri olduğunu bilmeden sabahlara kadar ders çalıştı belki. Sonunda üniversiteyi kazandığında nasıl mutlu oldu kim bilir.
Özgecan Aslan… Okuldan eve dönmeye çalışan gencecik bir beden ama bendenin içinde yaşayan kocaman bir kalp, gencecik bir ruh, içinde hayat planları saklı bir beyin ve bir sürü hayal… Bir minibüste beden dışında hiçbir şey görmeyen bir hayvan yüzünden toprağın altında tek bir beden olarak kaldı şimdi.
Özgecan aslan… Neler geliyor aklıma. Aşık mıydı acaba? Platonik belki var mıydı kalbinin içinde gizli biri? Ya da yarın için ne planı vardı? Geçemediği sınavlara üzülüyor muydu? O minibüste az sonra yaşayacaklarından habersiz ne düşünüyordu? Çok canı yandı mı mesela? Çığlıkları katilinin kulaklarını çınlatıyor mudur?
Aklımda o kadar çok soru var ki. Kalbim dondu sanki. Yazacak bir kelime bile bulamıyorum. Benim dinim, benim peygamberim bizi size emanet etmişken bu nasıl bir vahşet? Hani sizin o peşinden koşturduğunuz namusunuz? Hani şerefiniz? İnsanlığınızı nerede düşürdünüz? 26 yaşında evli bir adam(!) gencecik bir kızın bedeninden ne ister? Nasıl bir nefis bu?
Ama ben eminim. Bu hayvan ilk kez bir kadınla beraber olduğunda babası sırtını sıvazladı, annesinin koltukları kabardı. Çünkü oğlu erkekliğini ispatladı. Evet oğullarına bir organı nasıl kullanacağını, nefsine hakim olmasına gerek olmadığını öğrettiler ama adam olmayı, insan olmayı, hadi insanlığı geçtim hayvandaki vicdanı bile öğretememişler. Çünkü o erkek ve ona her şey mübah. Erkeğin elinin kiri. Erkektir elini yıkar geçer kızın adı lekelenir. Bu cümleler sizede tanıdık geliyor mu? Bu cümleleri kim kuruyorsa onlar da bulaştı Özgecan’ın, Irmağın’ Mert’in adı unutulan kızların, dayaktan ölen kadınların kanına.
O dolmuşta bende olabilirdim, sende, senin kızında. O dolmuşta o namussuzun kardeşi de olabilirdi. Biz her gün o dolmuşlara biniyoruz. Biz adı kadın olan yaratıklar ne kadar hızlı koşarsak kurtuluruz zulmünüzden? Ne yaparsak biter bu kin? Siz içinizdeki o nefsi daha ne kadar besleyeceksiniz? Siz ne kadar erkeksiniz?
Özgecan aslan. O bugün toprağın altında. Bizse birer potansiyel özgecan olmaktan başka neyiz?
Allah ıslah etsin.

Başımız sağolsun.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Çizgi Filmler, Kitaplar ve Çocuklar


Merhaba J
İkinci blog yazımla karşınızdayım. Bu kanalda sizlerle kitaplar üzerine konuşacağız demiştim. Ama sanırım ilk önce kitabı hayatımıza nasıl alacağız karşılıklı bundan bahsedelim. Dün instagramdaki sayfamda bu tatlı tweety’yi paylaşmış ve çocuklara yanlış izlettirilen çizgi filmlerden bahsetmiştim. Daha derinlemesine bir araştırma yapıp bunu şimdi bir de bu kanaldan sizlere sunmak istedim. Bugünkü konumuz çocuklarda çizgi film ve kitap alışkanlığı ve tabi ikisinin de yarar ve zararları üzerine.
Yeni çağın çocukları neredeyse doğmadan tablet, bilgisayar ve telefon kullanmayı biliyor. Daha okuma yazma bilmeyen çocuklar elimdeki telefonu alıp youtube’dan pepe’yi açabilecek kıvamda. Bizde ne zeki çocuklar diye bakıp bir de üstüne takdir ediyoruz. Oysa internetten ve çeşitli kitaplardan küçücük bir araştırma yapıldığında ortaya çıkan sonuçlar vahim. Yeni çağın çocuklarının o modern anneleri çocuk bir an önce yemeğini yiyip uyusun diye çocuğu televizyonun karşısına oturtuveriyor. Çocuk o renkten patlayan çizgi filmleri izlerken kafası ambole olmuş bir şekilde yemek yemeye bile itiraz edecek dikkati toplayamıyor ve kolayca yemeğini yiyor. Kısa vadede iyi bir şeymiş gibi görünebilir. Ancak uzun vadede dikkat dağınıklığı, anksiyete bozukluğu gibi bir çok rahatsızlığın sebebi televizyon başında yediğimiz ve yedirdiğimiz yemeklerden kaynaklanıyor.
Bunun dışında bir diğer önemli sorunda başka bir makalede çıktı karşıma. Makalede 6 yaşından küçük çocuklara kesinlikle televizyon izletilmemesi gerektiği ve sosyal çevrelerinin özellikle güçlendirilmesi gerektiği açıkça belirtilmişti. 6 yaşından küçük çocuklar hayal ile gerçeği ayırt edemediklerinden dolayı soyutluktan ziyade karşılarına somut, elle tutulur gözle tutulur gerçeklikler sunulmalı. Arkadaş çevrelerini geliştirmek, yüzmeye götürmek, çeşitli etkinlikler düzenlemek ve tabi en önemlisi yaş gruplarına uygun kitaplar okumak birkaç örnek yalnızca. 6 yaşından büyük çocuklarda da kontrolü elden bırakmamak ve kaliteli yayınlar izletilmek koşuluyla televizyon yarara bile dönüşebiliyor.
Çizgi filmlerle ilgili yaptığım bir başka araştırmada çizgi filmlerde şiddet ve gerçekdışı sonuçları üzerineydi. Çok doğru bir söz daha ilgimi çekti ki sizinlede paylaşmadan geçemem. “şiddet, çizgi filmlerle masumlaştırılarak çocuklara servis ediliyor.” Çok çok çok doğru!! Hastanelerin acil servisleri Süpermen gibi uçan, pepe gibi düşen, tazmanya canavarı gibi ağaçlara toslayan ve arkadaşına vurduğunda ona zarar gelmeyeceğini düşünen çocuklarla dolu. Çünkü çocuklar her gün televizyonda uçan kaçan bir sürü sevimli karakter izliyor. Ve onlara hiçbir şey olmuyor. Bu yüzden 6 yaşından küçük çocukların televizyona değil kitaplara ihtiyacı var diyoruz. Çünkü bir çocuk bir dönem hayal ile gerçeği ayırt edemiyorsa ona sadece gerçekleri göstermek ebeveynlerin en temel görevi. Hayal güçlerini ise resim çizerek, kitaplar okuyarak geliştirmek yine ebeveynlerin elinde.
Peki kitap okumanın çocuklara ne gibi faydaları var? Kitap okumak;
·         Çocuğun hayal gücünü geliştirir
·         Algılamasını kuvvetlendirir
·         Kelime hazinesini geliştirir
·         Çocuğa kitap okuyan anne baba ile çocuk arasındaki ilişki kuvvetlenir.
·         Dış çevre hakkında bilgi sahibi olmasına yardımcı olur
Tabi bütün bunlar çocuğun yaşına uygun kitaplar seçilmesiyle mümkün. Çocuğa korku hikayeleri okuyacaksanız bırakın çocuk pepe’yi izlesin.

Çocuklar benim için çok değerli. Bir kere hepsi gelecek demek. O gelecekte bizlerinde çocukları ve torunları olacağına göre şimdiden düzgün bir gelecek inşa etmek; algılaması ve yorumlaması güçlü, özgüveni tam çocuklar yetiştirmekle mümkün sanırım. Kendimce karaladığım şu yazıyla geleceğe bir katkım olabildiyse ne mutlu bana. Hadi televizyonları kapatın ve kitap okumaya koşun. Keyifli okumalar ve mutlu yarınlar J

9 Şubat 2015 Pazartesi

Yeni Blog Hep Aynı Heyecan!!

Merhabaaa :)
Benim için hayattaki en zor şeylerden bir tanesi de yeni bir işe başlamak sanırım. Şu yazıya bile nasıl başlayacağımı bulana kadar akla karayı seçtim. Google'a "Bloğa giriş cümlesi" bile yazdım varın gerisini siz düşünün :) 
Hayatımdaki yeni heyecan artık bu blog. İlk yazımda da kendimden ve neden burada olduğumdan bahsetmek en doğrusu olur diye düşündüm. Sonuçta geçtim klavyenin başına "Ya Allah Bismillah" der başlarım müsadenizle. Bu arada orada olup olmadığınızı bilmeden, bunu okuyacakların kimler olduğunu bilmeden yazmak ayrıca eğlenceliymiş. :) 
Efendim bendeniz Celal Bayar Üniversitesi 3. sınıf iktisat öğrencisiyim ama bloğumun adından da anlayacağınız üzere ekonomiden değil edebiyattan dem vurmak üzere buradayım. 2014'ün yazında güneşli bir sabaha uyandığım sıralarda "Edebiyata dair bir şey yapmalıyım. Ama ne?" diye uzuun uzuuuunn düşündüm. Sonunda aklıma blog yazma fikri geldi ama bir blog açmaya ve bunu iş edinip bağlanmaya ne kadar hazırım bilemedim. Bu sorumluluğa cesaret edemedim işin aslı. Sonra "Belki blog yazamam ama instagram üzerinden pek ala bir instablog yönetebilirim." dedim. Ve bundan tam 5 ay önce kitap günlüğüm 'ü instagram üzerinden yazmaya başladım. İşte buralara gelebilecek cesareti ancak 5 ay sonra bulabildim ki buradayım. 
Peki burada ne yapıcam?
  • Okuduğum kitaplardan,
  • Popüler kitaplardan,
  • Şiirden,
  • Edebiyatın her türlü formundan,
  • Aşktan,
  • hayattan,
kısacası ilginizi çekebileceğini düşündüğüm her türlü konudan dem vuracağım. İlginizi çekerde okursanız, beğenirseniz ve hatta belki yorum bırakırsanız dünyanın en mutlusu ben olurum. 
Beraber nice kitaplara. Keyifli okumalar!!